Hayatım boyunca (ki hepi topu 20 yıllık ufacık bir hayat benimkisi) hep ikinci bir seçeneğim olmuştur. Gittiğim mekan kapalıysa muhakkak başka bir mekanım vardır, kitabım bitmiş ise hep çantam da taşıdığım ikinci bir kitabım, telefonumun şarjı bittiyse ve müzik dinlemek için ölüyorsam full şarjlı bir mp4'üm ve bir şarkıdan sıkıldıysam (bu pek mümkün bir şey değildir, varsayalım oldu) hep ikinci bir şarkı muhakkak saklamışımdır, eskiyene kadar dinleyebileceğim. Küçüklüğümde bile ''büyüyünce ne olmak istersin'' sorularına hep ikinci bir seçenek eklerdim. Okuldan ayrıldığımda da ikinci bir seçeneğim oldu. Ağladığımda mutlaka gülebileceğim bir şeyler getirdim aklıma. Güldüğüm de ise ağlamak için sebepler yarattım. Hep var oldu o ikinci seçenek. Gel gelelim sevdiğim adamlara hiçbir zaman ikinci bir seçenek ekleyemedim. Halbuki hep 'ikinci seçenek'lerin insanı olan ben, konu aşka gelince tıkanıp kalıyorum. Birinden ayrılınca 'nasıl olsa yedekte şu var' diyebileceğim kimse de olmadı. Aşka aşık biriyim ben. Konu aşk olunca sadece tek seçenekli düşünebiliyorum. Ama karşımdaki kişiler beni hep ikinci bir seçenek olarak gördüler! Bazıları onu bile görmedi. Birinci seçeneği ben olanları ise ben hiçbir kategoriye koyamadım. Gerçi insanları kategorize etmem asla! ''Ya hep ya hiç'' için yaşadım şu zamana kadar. Bu konu da sanırım biraz anneme çekmişim. Onunda hep bir ikinci seçeneği vardır ve 'ya hep ya hiç' yaşar. Ben aşk çocuğuyum. O da bir aşk kadını. Hem de çok güçlü bir aşk! Birbirlerinin tek seçenekleri olan insanların birleştiği ve asla diğer seçeneklere sıcak bakılmayan bir aşkın çocuğuyum. Öyle ki annemin babama olan bakışlarında HALA yoğun miktar da aşk ve heyecan görüyorum. Babamın hislerine tercüman bile olamam o kadar aşk dolu bir adam ki... Aşkı biraz derin ve büyük bir nimet olarak görmem yabancı kaçmamalı. Annem ile babamın yaşadığı aşkı ve şu zamandaki aşkı kıyaslarsak, keşke o dönemde doğsaymışım diyorum hep. Hatta o dönemde bile değil. Bir kaç yüzyıl öncesinde yaşamalıymışım. Yeni aşklar çok soğuk ve anlamsız gelirken, nerede o siyah beyaz viktoryan ve buram buram nostalji kokan aşklar. O kadar yapmacık geliyor ki el ele tutuşmalar, o kadar yabancı ki bakışmalar. Sanki niyetleri sadece 'çiftleşmek' olan insanların birbirlerini zorla 'sevgili' kalıbına sokuyorlarmış gibi. Halbuki şair demez mi ''Aşk çiftleşmek değil, tekleşmektir'' diye? Şair demiş demesine ama kim bu devirde böyle düşünüyor diye sorsak kimse buna katılmaz bile. Biri beni 1700'lü yıllara ışınlayabilse, tarihe adımı kazırdım aşkımla. Şu zamanda bunu çıkıp yoldan geçen birine söylesem ya 'aptal aşık' olurum ya da 'tımarhane kaçkını'... Bir sabah uyansam ve o devirde uyanmış olsam ve sevdiğim adam da o devirde olsa. Hiç bir şey istemezdim ve düşünemezdim sanırım. Bu devrin aşklarına ayak uyduramadığım için hep böyle yalnız ve mutluyum. Evet MUTLUYUM. Hislerimi yapmacık insanlara açacağıma içimdeki 1700'lü yılların siyah beyaz tutkusunu kurumuş yaprak ve eskimiş kitap kokulu hislerimi kendi kendime yaşarım ve bu dünyadaki ''AŞK'' adı altında olan tüm saçma ve buram buram yalan kokan palavralarla dolu cümleleri duymayacağım için daha da mutlu olur yapmacık şeyler yaşayacağıma hiç yaşamam daha iyi!
Duygu Kara
(Spor yaparken aklıma takılan düşünceler) 20/05/2014
Yorumlar
Yorum Gönder