Şehir ayaklarımın
altındaydı. Nedenini bilmediğim bir huzura sahiptim. Ay ışığı ağaçların
arasından vuruyordu. Rüzgar ahenkle yüzüme vururken bulunduğum yerdeki sayısız çam ağaçlarının mayhoş kokusu
beni kendimden geçiriyordu. Bu evrende ne kadar yalnızdım. Tek başıma bir tepe
de oturmuş şehrin ışıklarını izliyordum. Bu şehir beni yoruyordu. Her sabah
farklı bir trajediye uyanıyordum. Ne kadar uyanmak istemesem de, göz kapaklarımın
şiddetli ağrısı artık gün ışığını görmek istiyordu. Bir ses duydum. Çok derin
ve bir o kadar da iç acıtıcıydı. Gecenin sessizliğini bozuyordu. Ay ışığı bir
an yüzüme vurdu. Sesin kaynağını bulmam için. Evet bu rüzgarın tiz çığlıklarıydı.
Kayan yıldızları saymaya başladım. Sayarken ölümün git gide daha çok yaklaştığını
fark ettim. Yıldızlar bile ölüyordu. Saatler ilerliyordu. Ay yerini güneşe bırakacaktı.
İçimde tarifi imkansız bir ürperti oluşmuştu. Ben neden buradaydım? Sanki ay bu geceden
sonra yok olup gidecekmiş gibi hissediyordum. Belki de tüm bu olup bitenler
benim kafamda kurguladığım bir senaryoydu. Ölümün iç gıdıklayıcı şarkısını en
derinlerimde hissedebiliyordum. Peki şimdi ne yapmalıydım? Bir seçim yapmam gerektiğini hatırladım. Ya karanlığı ya aydınlığı seçecektim. Ama ben karanlıkta daha huzurluydum. Ay batmak, gün ağarmak
üzereydi. Karanlığa gömülüp ay'ı sonsuza dek kaybetmeli miydim yoksa ölümümü
göze alıp güneşimi beklemeli miydim?
Caner Güneri & Duygu Kara
24/03/2014
Yorumlar
Yorum Gönder