Hayal Penceresi: "Hisler diyarı"

Evim kayalıkların en tepesinde ay’ın tüm evrelerini
görebilen bir evdi. Sarmaşıktan merdivenleri, tahtadan pencereleri vardı. Kendi
dünyamda tanrıçalar yaratıp onları tanrılara aşık ediyordum. Kimi zamansa
gökyüzünden yıldızları toplayıp odama ışık yapıyordum. Ay ile sohbet edip
bulutlarla ufak çaplı seyahatlere çıkıyordum. Bu pencerelerden gökyüzüne
bakarken kendimin kendim olduğunu hissediyordum. Bu pencereler farklı bir
dünyaya açılıyordu. Sanki tüm samanyolu pencere dibime gelip merdiven
oluşturarak beni gökyüzüne çıkaracakmış gibi geliyordu. Bunu hayal etmek nadir
bulunan bir enstrümanı çalmak kadar etkileyici ve bir o kadar da tatmin
ediciydi. Gerçeklerle üzüleceğime, sonsuza kadar yalnız kalıp hayal dünyam ile
yaşamayı kabullenmiştim. Hayal kurmanın kimseye bir zararı olmazdı bana göre.
Kimileri buna delilik bile demişti halbuki. Küçükken kendimi hep kırmızı
başlıklı kızdan, külkedisi sindrelladan uzak görmüştüm. Ben bir peter pan’dım., alice’dim. Hep
kendime bir diyar yaratıp orada yaşadım. Çünkü hayat bana "Gerçek dünyadan ne
kadar uzaklaşırsan o kadar mutlu olursun" diye bir cümleyi kafamın içine
kazımayı öğretmişti. Diyarımın adı "Hisler diyarı"
idi. Bir çok hissi içinde bulunduran bir diyar. Bu diyara gitmeyi çok küçük yaşta öğrenmiştim. Minik bir bebekken belki de his perileri kulağıma o sihirli sözcükleri fısıldamışlardır. Kendime bir oyuncak hayal edip onu yarattım. Biraz daha büyüdüm taraktan mikrofon yaratmaya başladım. Biraz daha büyüdüm, hisler diyarının en güzel sesli perisi oldum. Biraz daha büyüdüm aşk’ı öğrendim. Biraz daha büyüdüm kafamın içinde hiç olmayan bir adam yarattım. Biraz daha büyüdüm, ona aşık oldum. Biraz daha büyüdüm, acı çekmeye başladım. Ve terkedildim. Terk edilmek gerçek dünyadakinden farksızdı. Gerçi gerçek dünyada nasıl bir his olduğunu da bilmiyordum. Her yıldız kaydığında onun geldiğini ve beni gizlice izlediğini biliyorum. Beni sevdiğini hala biliyordum. Ondan uzaktım ama mutluydum da. Ne de olsa ben kendi dünyamda mutluydum. Oda dünyamın bir parçasıydı ama kayıp bir parça. O gidince kendime sadece gökyüzünden oluşan bir dünya yarattım. Ufak seferli seyahatler yapıp ay ışığını yanıma alıp yine yatağıma dönüyordum. Belki de onu arıyordum. Ay’ın kraterli yüzünde, güneşin sıcak gülüşünde. Yıldızların o ihtişamlı parıltısında, bulutların şefkatinde, rüzgarın sesinde.. Her yerde... Gerçek dünyaya az da olsa dönüş yaptığımda ne kadar canımın yandığını fark ediyordum. Sonra oturup kendime kızıyordum. İnsanların varlığına bakıp onlar adına utanıyordum. Dünya çok düzensiz ve aşağılık bir yerdi. Dünya üzerindeki tüm insanlar hayal gücünden yoksun ve kibirli insanlardı. Birazcık hayal kurabilseler belki de dünya daha yaşanılabilir bir hale gelecekti. Tümü ve çoğunluğu hayal dünyasında yaşayan insanlara deli gözüyle baktıkları için bu kavramı anlayacaklarını pekte sanmıyorum. Kimse sizi hayal kurduğunuz için hapse atmayacak, yada suçlamayacak. Veyahut siz hayal kurduğunuz için yargılanmayacaksınız. Hayalgücü bize sunulan eşsiz nimetlerden biri. Hayal kurarken doyduğunuzu hissediyorsanız, gerçekten yaşıyorsunuz demektir. Neden hayal etmek değil de hayal kurmak derseniz, "Hayal kurmak"ın gerçekten bir şeyleri baştan yaratmak olduğu ayrıntısını unutmamanızı tavsiye ederim.
Bu pencereler bana hayallerimi elimde sımsıkı tutmayı öğretti. Baktığım her başka gün başka bir
hikayaye doğru yol alıyordum. Her yeni gün başka bir hayal ile yeniden
doğuyordum.
“Hayal kurmak değerli bir taş gibidir. Toprak altından
binbir zahmetle çıkarılan. Ve hiçbir yerde kolaylıkla bulunmayan. Hayal kurmak
bir mücevherdir. Saklamasını ve takmasını bilirsen”
Hayal kurun, güneşi ellerinizde hissedin. Ay’a sevginizi
sunun, yıldızların ışığını alıp hayallerinizi aydınlatın. Ağaçlara adınızı
yazıp rüzgarın onu gökyüzüne uçurmasını bekleyin...
Duygu KARA
2 Ekim/2013
Yorumlar
Yorum Gönder