Minik dostluk


Bu dünyada her şey ölümlü. Kimse ölümsüz değil. İnsanların ‘sonsuz yaşam’ sözü sadece bir merak. Gerçek olan bir şey yok. Herkes zamanı geldiğinde ölecek ve toprağa karışacak. Nereden geldiysek oraya gidip  gerçek hayatı orada tadacağız. Ama bu dünya üzerinde ‘ölüm’ çok can yakıcı bir olgu. O kadar can yakıcı ki, bazen sevdiğimiz şeylerin ölmemesi için kendi hayatımızı bile tehikeye atmamızı sağlar. Canınız yanar, ağlarsınız. İçinizde bir boşluk vardır ve o boşluğu doldurabilen hiçbir şey yoktur. Zaman hızlıca akıp gider, o boşluk büyür büyür büyür ve kocaman bir kara delik oluşturur. Kendi içinizde bulunduğunuz durumu dile getirebilecek bir kelime, bir sözcük dahi yoktur. Sanki tüm sözcükler ağzınıza yapışmış ağzınızı her araladığınızda birer cam parçası gibi batıyormuş hissi verir. İster bir hayvan olsun ister bir bitki isterse de bir insan yitip giden bir can ise acının hafifi ya da ‘o nasıl olsa bir hayvan, bir bitki’ olmaz. En sevdiğiniz dostunuzu kaybetmekle bir kuşu kaybetmek arasında bana göre hiçbir fark yoktur.

Yıllardır yanımdaydı. 2005 yılında bir bebek iken onu alıp eve götürmüştük. Zaman içinde nelere şahit oldu. Ne kavgalara, ne sözlere, ne anlara. Aileden biri gibiydi. Benim için çok önemli bir yere sahipti. En ufak bir şey olduğunda ödüm kopardı. Omzuma konup saçlarımla oynamaya bayılırdı. Tatlı tatlı konuşur bizi güldürürdü. En olmadık zaman da bir kahkaha patlatır gibi yapıp ağlarken bile güldürebilen bir kuştu. Kuştu belki, bir hayvandı. Bir çok insandan daha iyi dostluk yaptı. En iyi arkadaşımdı. Küçük kardeşimdi. Yağmurlu bazı geceler de kafesini yatağımın yanına koyar gök gürültüsünden korkmaması için ona müzik açıp dinletirdim. Şarkı dinlemeye bayılırdı. Ben söylediğimde kafasını öne eğip dudaklarımı izlerdi. Bende aniden gagasına bir öpücük kondurup onu kızdırırdım. ‘Aşkım’ derdi. Sabahları o uyumazsa kimseyi uyutmaz ötüp ötüp dururdu. Namı ün salmıştı. Herkes bizden para karşılığı onu istiyor bizde satmamak için direniyorduk. Evde ki herkesi çok severdi. Ama ben onun için daha bir başkaydım. Hareketlerinden hissedebiliyordum. Benim yanımda mutluydu. Bende onun yanında mutluydum. Bazen de kızardım ona. Bana hırçın davranırdı. Öyle olduğunda ablam ile iki yandan gelip onu ortaya sıkıştırıp öperdik, bir şeyde yapamazdı J  Onu üzerdim bazen. Elimi yüzüme kapatırdım. Gözleri dolu dolu bakar yaklaşıp elimi ısırıp kaçardı. Yüzümü açmamı isterdi. Açmayınca küserdi. Bende ondan son kez gözlerini açmasını istedim. Gözleri kapanmıştı. Sonsuza kadar da açılmayacaktı. Ama o hali bile o kadar asil o kadar güzeldi ki... Bu sefer o bana oyun oynadı ama benim bu oyunu devam ettirebilecek ne gücüm ne de gözyaşım kalmıştı.


13 Ekim 2013  03:20

Neler hissettiğimi tarif edemiyorum. En kötü ihtimali hiçbir zaman düşünmedim, ama o kötü ihtimal bir gün gerçekleşecekti muhakkak. Ve gerçekleşti. İçimde ondan kalan bir boşluk var şimdi. Onun tüyleri, melekleri andıran beyaz kanatları, yuvarlak kafası. Ellerimde can verdi. Minicik kafasını avcumun içine koydu. Gözlerini kapadı. Gözyaşlarım ona örttü. Üşümesin diye. Ve toprak oldu... Herkesin muhakkak gideceği yere gidip beni beklemeyi tercih etti.

İsterdim ki son kez zamanı geri alıp gözlerini açsın, onu öpüp omzuma koyayım. Nasıl zaman geri alınamıyorsa, dökülen yapraklar yerine takılamıyorsa, ölüp yitip giden şeyleri de asla geri alamayız. İçimizde kocaman bir boşluk olarak sonsuza kadar yaşarlar. Daima...


Duygu Kara

Yorumlar

Popüler Yayınlar